İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu, tutuklu olarak yaklaşık 3 haftayı tamamladı. Cezaevi süreci tam da CHP’den beklenildiği gibi yönetiliyor. CHP Genel Başkanı tarih boyunca çoğu kez olduğu gibi, sokak çağrıları ve iktidarları suçlamak arasında mekik dokuyor. Her zamanki gibi meydanlara sürüklenen gençler, öğrenciler, siyasetçiler için hiçbir önemi olmayan başkalarının evlatları; kalabalıklarda en ön saflara itiliyor.
Parti içi yüzleşme nerede?
CHP’nin kendi iç hesaplaşması, İmamoğlu hakkında ihbarda bulunan üyelerle yüzleşme ve söz konusu iddiaları yalanlayarak adam akıllı bir savunma yapma gibi hususlar tamamen göz ardı ediliyor ve müthiş bir manipüle yöntemiyle zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışılıyor. Fakat vatandaşın bu gelişmeleri, CHP’nin istediğinin aksine, olabildiğine sağduyu ve aklıselimle karşıladığı açık. Hatta öyle ki, CHP’nin, iktidara gelmesi ihtimalinde memlekette olabileceklerin bir fragmanı mahiyetinde geçen bu süreç, eminim birçok kişiye ders bile olmuştur.
14 Mayıs’ın aynası
Nitekim İmamoğlu’nun yolsuzluk ve terör soruşturmaları kapsamında gözaltına alınması sonrasında yaşananlar, bana 14 Mayıs 2023 seçimleri akabinde muhalif gazetelerde, kanallarda ve sosyal medya mecralarında söylenenleri hatırlattı. Depremzedelere edilen hakaretler, Kılıçdaroğlu’na desteğini açıklamayan ünlü ünsüz herkese yönelik yürütülen inanılmaz bir karalama kampanyası, mültecilere karşı şiddeti artan bir nefret dili, tehditler, hatta bir önceki muhalaefet adayı Muharrem İnce’ye 14 Mayıs öncesinde yapılan şantaj ve baskı, yine ilk turun ardından bilboardlara bile yansıyan asık ve öfkeli suratlar… Bunlar tam da şu anda İmamoğlu’na ve CHP’nin öncülük ettiği boykota destek vermeyenlere karşı yürütülen fişleme ve linç kampanyasını anımsatıyor ne yazık ki. Böyle zamanlarda, hatta daha da spesifik olmak gerekirse, genellikle seçim gecelerinde, muhaliflerin hayıflanarak andığı 3 temel dönem vardır. Bu da onlara benziyor. Biri 28 Şubat, biri merhum Menderes’in idamı, diğeri de tek parti dönemidir. Bugün Özgür Özel’in ağzından düşürmediği cuntacılık tabirinin Türkiye’de en şedid haliyle can bulduğu dönemlerdir bunlar.
Muhafazakarın sessiz direnci
Hepsinde de muhafazakarlara zulmedilmiştir. Hiçbirinde de muhafazakarlar sokakları yakıp yıkmamış, ortalığı velveleye falan vermemiştir. Açtığı partiler sudan sebeplerle, akıl almaz bahanelerle kapatılmış; siyasi yasaklarla önü kapatılmış veya alaşağı edilmiş, gencecik kızları okul önlerinde dayak yiyip yollarda sürüklenmiş, en temel hakları ellerinden alınmış, okuduğu okula göre çocuklarına ölü yıkayıcı denilip geleceklerini parlatmalarına engel olmak için saçma sapan puan sistemleri getirilmiş, ordudan, okul kürsülerinden, memuriyetten, akla gelebilecek her yerden dışlanmaya ve toplumun dışına itilmeye çalışılmıştır. Fakat yine de memleketi için çalışmaktan vazgeçmemiş, kimsenin huzurunu bozacak bir taşkınlığa mahal vermemişlerdir.
Kıbrıs’tan Cumhuriyet Mitingine: Aynı metin, farklı sahne
Bugün Kıbrıs’ta, kız öğrencilerin başörtüsüyle eğitim hakkına kavuşması üzerine yapılan protesto yürüyüşlerinde, iki lafından biri özgürlük olan ironi abideleri, bizim meydanlarımızı hak, hukuk, adalet diye inletenlere ne kadar da benziyor değil mi? Öyle ki, bizdeki Cumhuriyet Mitinglerinde de tema özgürlüktü. Bir başkasının eğitim alma hakkı ve özgürlüğünü elinden almaya çalışan insanlar, sokaklara eşitlikten, özgürlükten dem vurarak çıkmışlardı.
İktidar provasının sonucu
Bugün de, birilerinin hakkını yediği iddiasıyla tutuklanan bir belediye başkanı için, haktan hukuktan söz edilerek meydanlar dolduruluyor. Tezatlar sadece bununla da bitmiyor elbette. CHP, Suriye’de, Libya’da, Karabağ’da, Sudan’da ve daha dünyanın pekçok yerinde, hem diplomatik hem askeri başarısıyla göz dolduran, başarılarına artık hiç kimsenin sessiz kalamadığı Türkiye’yi; aylardır süregelen bir soykırıma sessiz kalmış Avrupa’ya seviyesizce şikayet etmeye çalışıyorlar.
Seçmenlerinin zaten soykırımı umursadığı yok, aksine bombardıman altında yaşayan mazlumlara galiz küfürlerle saldırıp duruyor. Düne kadar insanların İsrail menşeili firmalara karşı kendi kendilerine uygulamaya başladığı boykotla alay edenler, bugün kendi partilerinin içinden gelen ihbarlar sonucu hırsızlıkla suçlanan birinin hatırına, firma ve insan fişleyerek boykot uyguluyor. Bunlar hem acınacak hem de gülünecek haller ne yazık ki. Olan oldu. Ramazan-ı Şerif’in müjdelerle, bereketle dolu son 10 gününde, sözde “hak, hukuk, adalet” bahanesiyle yaygara koparan, cami duvarına pisleyip avlusunda kafa çeken, karşı caddesine geçip namaz bitene kadar inadına son ses müzik çalıp dans eden, kendileri gibi düşünüp hareket etmeyen herkese nefret kusarak hakaret ederek insanları orada burada hedef gösteren, kendince aşağılayıp yaftalayan, tüm bunları da gururla kabullenip benimseyen bir topluluk yüzünden maalesef rezalet bir gündeme maruz kaldık.
Kutuplaşma kimin dilinde?
Bayramımıza ömrümüzde duymadığımız, kan donduran bir bedduayla başladık. Böylece muhalefetin ve muhaliflerin, dedikodular, iddialar, yolsuzluk ve rüşvet söylentileri kendilerinden birine karşı olduğunda nasıl sağır davranabildiğini; işlerine gelmeyene karşı nasıl faşizan ve saldırgan olduğunu memleketçe seyretmiş olduk.
Parti içi yüzleşme nerede?
Herhalde hükümet, “CHP iktidar olsa ne olur?” sorusunu, istese bu kadar güzel cevaplayıp propagandasını yapamazdı.
Tabii bununla birlikte muhalefetin kendini baskı altında hissetmesi normaldir. Kılığını beğenmediklerini ikna odalarına kapatmak, kafalarına uymayan partileri kapatmak, Kızılay’da tankları yürütüp devlete çökmek gibi “ayrıcalıklardan” yoksun bırakılan insanlar, elbette hak ve özgürlüklerinin kısıtlandığını; korkunç bir cenderede sıkışıp kaldıklarını düşünüyor.
Milli gururları küçümseyen siyaset
Çünkü tüm bunları kendilerine hak görüyorlar. Sık sık kutuplaşma kavramını dillendirmeleri de bu yüzden. Karşı tarafı yok görmeye, tahkir etmeye o kadar alışmışlar ki; o kutuptan insanların yüzü görünür hale geldikçe sesleri daha gür çıktıkça elinden oyuncağı alınmış şımarık çocuklar gibi mızmızlanıp duruyorlar. Ve yine bu sebeptendir ki yukarıda sözünü ettiğim o anlı şanlı (!) üç dönemin yasını tutmaktan başka bir şey yapmıyor, hala insanları, intikamla, o günlerde yapılanların mislini yapmakla tehdit ediyorlar. Ah ah!
Hülasa O eski günlerin nafile yasını tutuyorlar.