Kıymetli dostlar; Demokrasi, elbette ki sadece sandığa gitmekten ibaret değildir. Aynı zamanda halkın farklı görüşlerini özgürce ifade edebildiği, bu görüşlerin temsil edildiği ve her düşüncenin siyaset sahnesinde yer bulabildiği bir sistemdir. Bu sistemde iktidar kadar muhalefetin de hayati sorumluluğu vardır. Muhalefetin temel görevi; iktidarın eksiklerini göstermek, halka alternatif çözümler sunmak ve ülkeyi daha iyi yönetebileceğini gösterecek politikalar geliştirmektir.
Ancak son günlerde muhalefet anlayışı giderek tehlikeli bir yöne evrilmektedir. Özellikle anamuhalefet cephesi, demokratik olarak siyaset üretmek yerine, sokak hareketlerini bir yöntem olarak benimsemekte; halkı, özellikle gençleri sokaklara dökmeye çalışmakta, protestoları bir siyasi baskı aracı olarak kullanmaktadır. Bu anlayış, ülkenin huzurunu, güvenliğini ve istikrarını tehdit eder hale gelmiştir.
Oysa siyaset, sokakta değil sandıkta yapılır. Siyaset, fikir üretme, halkı ikna etme, çözüm önerileri sunma ve bu yolla iktidara talip olma sanatıdır. Gençleri sokağa dökerek, iş yerlerini boykot ederek, insanları ayrıştırarak ülke yönetimine talip olunmaz.Bu yöntemle oy da toplanamaz,halkın sempatisi de kazanılamaz. Bu tür yaklaşımlar, kısa vadeli siyasi kazançlar sağlayabilir gibi görünse de, uzun vadede toplumsal kutuplaşmayı derinleştirir, kamu düzenini bozar ve ülkeye büyük zarar verir.
Türkiye bu tür yöntemlerin bedelini defalarca ödemiş bir ülkedir. 1970’li yıllarda sağ-sol çatışmaları sokaklara taşmış, üniversiteler savaş alanına dönmüş, lise çağındaki gençler ideolojik kavgaların içine itilmiştir. Bu çatışmaların sonucunda 5000’den fazla insanımız hayatını kaybetmiş, yüzlercesi idam edilmiş ya da uzun yıllar hapiste kalmıştır. Devletin içinde bile silahlı kamplaşmalar yaşanmış, kurumlar felç olmuş, ekonomi durmuş, halk huzursuzluk içinde yaşamıştır. Ve en acı sonuç;toplumun birbirine olan güveni parçalanmıştır.
12 Eylül 1980 askeri müdahalesi işte böyle bir ortamın sonunda gerçekleşmiş, demokrasi askıya alınmış, halk büyük acılar yaşamıştır. Ne yazık ki o acılar, sadece bir döneme değil, nesillerin geleceğine mal olmuştur.
Yakın tarihimizde 2013’te yaşanan Gezi olayları da benzer bir kırılma noktasıdır. Başlangıçta çevre duyarlılığıyla ortaya çıkan bir hareket, kısa sürede siyasal bir ayaklanma havasına sokulmuş, marjinal grupların müdahalesiyle çatışma ortamına dönmüştür. Türkiye’nin birçok şehiri günlerce karışmış, kamu binaları, iş yerleri zarar görmüş, güvenlik güçleriyle vatandaşlar karşı karşıya gelmiştir. Birkaç kişinin şahsi hesapları uğruna bir ülke günlerce kaosa sürüklenmiştir. Bunun faturası ise yine halka kesilmiştir: ekonomide dalgalanmalar, yatırımcıda güvensizlik, toplumsal barışta zedelenme…
Bütün bu tecrübeler göstermektedir ki, sokak siyaseti çözüm değildir. Hele ki muhalefet partilerinin, bu yöntemleri teşvik etmesi veya görmezden gelmesi kabul edilemez bir sorumsuzluktur. Halkı sokağa çağıran siyasetçi, o sokakta yaşanabilecek her türlü kargaşanın da sorumluluğunu üstlenmelidir. Çünkü siyasetçinin görevi ülkeyi yönetmeye talip olmaktır, ateşe körükle gitmek değil.
Muhalefet, bu ülkenin enerjisini sokaklarda tüketmek yerine, ülkenin geleceğini parlak fikirlerle aydınlatmak zorundadır. Gençleri öfkeye değil, umuda yönlendirmelidir. Protesto yerine proje üretmelidir. Kargaşa yerine kalkınma önerileriyle çıkmalıdır milletin karşısına.
Ülkenin mallarını, üretimini, esnafını, işçisini boykot çağrılarıyla hedef almak; sadece hükümete değil, doğrudan halka zarar vermektir. Bu millet artık ne sokakların karanlığını ne de fitne siyasetini hak ediyor. Bu millet, huzur istiyor. Üretim, istihdam, adalet, eşitlik istiyor. Siyaset bunu sağlayacak bir zemin olmalı; milletin sinir uçlarıyla oynayacak bir araç değil.
Unutulmamalıdır ki Türkiye, hem içeride hem dışarıda birçok zorlukla mücadele eden bir ülkedir. Terörle, ekonomik saldırılarla, jeopolitik tehditlerle yüzleşmektedir. Bu gibi dönemlerde, muhalefetin iktidarı zor duruma sokmak adına ülkenin genel huzurunu bozacak tutumlar içinde olması, dış güçlerin de işini kolaylaştırır. Marjinal örgütler, anarşist yapılar ve provokatörler böylesi ortamlarda pusuda bekler. Bu millet, yıllar boyunca bu tuzaklara düşmüş ve bedelini çok ağır ödemiştir. Artık aynı hataları tekrar etmeye ne hakkımız ne de tahammülümüz vardır.
Siyasetçiler, özellikle muhalefet partileri, artık aklını başına almalıdır. Sorumlulukla hareket etmeli, ülkenin gençlerini sokağa dökmemeli, iş yerlerini boykot ettirmemeli, kamu düzenini zedelememelidir. Zira siyaset, sandıkla kazanılır; sokakla değil. Siyasi partilerin gücü, çıkardıkları gürültüyle değil, ortaya koydukları vizyonla ölçülür.
Bu ülke artık bağıranlardan değil, çözüm üretenlerden yana taraf olmak istiyor. Çünkü bu milletin sabrı, feraseti ve sağduyusu her şeyin üzerindedir.
GELİN BİRLİKTE ŞU SORUYU SORALIM.
“BU YAPTIĞIM ,GERÇETEN BU ÜLKENİN MENFAATİNE’Mİ?”
Kalın Sağlıcakla…