28 Mart 2024 Perşembe   

Mustafa HATİPLER / Prof. Dr. / Rumeli Mektupları

HAİN DARBE GİRİŞİMİ’NİN KIRILMA ANI

 

TÜRKİYE, Dünyanın en pahalı coğrafyasında oturan bir ülke. Aslında bu coğrafya eskiden çok daha büyüktü. Şimdi işin içine tarih giriyor. Yüzyıl önce terk ettiğimiz topraklarda 400-600 yıllık bir geçmişimiz var. Hal böyle olunca, Türkiye’yi imparatorluklar liginden alaşağı edenlerin Türkiye ile kavgası bitmiyor. Bu kavga, ne zaman Türkiye Dünya’nın rotasını değiştirecek güce yaklaşsa daha çok alevleniyor ve ölümcül noktaya ulaşıyor. Öyle ki Türkiye’nin o ölümcül noktalarda aldığı yaraları sarması yıllar sürüyor. 
1960 Darbesi,  12 Mart Darbesi, 12 Eylül Darbesi, 28 Şubat Darbesi bu ölümcül yaraların su üstüne çıkan anlarının adı. Çok su üstüne çıkmamış olsa da 12 Eylül 1980 öncesi sağ-sol kavgalarının açtığı yara ve beşeri sermaye kaybını da buna dahi etmek gerekir. Keza 1984 sonrası başlayıp günümüze kadar sürdürülen Güneydoğu’daki terör eylemlerini de aynı kategoriye sokmak mümkün. Bir ara ASALA vardı bu taşeronluğu üstlenmiş olan, günümüzde PKK ve onunla bağlantısı olan bir sürü taşeron narko-terör örgütü aynı görevi yapıyor.  Narko-terör kelimesine dikkatlerinizi çekmek isterim. Çünkü bu terör örgütleri yıllarca uyuşturucu trafiğini yöneterek terör eylemlerini sürdürdüler.  
Bu örgütlerin arasına son yıllarda FETÖ dahil oldu. Diğerleri narko-terör iken, FETÖ, terörün yanına din faktörünü koydu. Bu ihanet örgütlerinin temel hedef ve amacı; “One Minute” diyebilen bir Türkiye’yi, Ortadoğu’da olan bitene sessiz kalmayan bir Türkiye’yi, “Dünya 5’ten büyüktür” diye BM kürsüsünden haykıran bir Türkiye’yi, Avrupa’nın Afrika’daki sömürge faaliyetlerine engel olan bir Türkiye’yi, Sudan’dan Arakan’a, Filistin’den Keşmir’e kadar uzanan bir coğrafyada zulme uğrayan herkesin yanında olan bir Türkiye’yi ortadan kaldırmak ve onun yerine uysal, köleleştirilmiş ve muti bir Türkiye’yi koymak. Bunu yaparken kullandıkları yöntemler farklı gelebilir ama aslında onlar da aynı. FETÖ, biraz yöntem farkılılaşması göstermiş sayılabilir sadece. Bunlar, Ergenekon-Balyoz diyerek Milli Orduya kumpas kurmak, bir bakan vasıtasıyla kozmik odaya girip devletin sırlarını çalıp ajanı oldukları ülkeye o bilgileri teslim etmek,  17-25 Aralık’ta Halkbank’a karşı ekonomik saldırı yapmak, beddualar yapmak gibi farklılıklar...
Türkiye, geçmiş darbelerin ölümcül yaralarına boyun eğmiş ve yıllarca kendini toparlayamamışken 15 Temmuz Darbe girişimine izin vermedi. Ne oldu, nasıl oldu da bu darbe girişimi akim kaldı, başarısız oldu. Bunda en büyük payın sahibi  elbette Sayın Cumhurbaşkanımızın çağrısı üzerine, her şeyi göze alarak sokaklara çıkan ve gerektiğinde şehadet şerbetini içen, gazi olmayı bir şeref sayan milletimiz ve onun hizmetinde olan kurum ve kuruluşlar (MİT, Emniyet ve Özel kuvvetler ve sağduyulu komutanlar) dır. 
Ancak daha önceki darbelerden farklı bir duruşu da tarihe kayıt düşmek adına yazmak gerekir. O farklı duruşun sahibi Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dır.  Cumhurbaşkanımız o gece hain darbe girişiminden haberdar olduktan sonra önce abdest alıp namaz kılıyor. Sonra etrafındaki insanlarla darbeyi nasıl bertaraf edeceğini konuşuyor. Ailesini bir yere gönderip saklamıyor tam tersi hepsiyle birlikte hareket ediyor. Nereye gideceği sorusuna verdiği cevap bu hain darbenin kırılma noktasıdır: “Ben insanlara sokağa çıkmak için talimat verdiğimde benim başka bir yere gitme şansım var mı? Evladım merak etmeyin ben yanınıza geliyorum. Ben halkımı sokağa çıkardım onlar ölüme giderse ben de ölüme giderim”
Böyle bir Cumhurbaşkanına söylenecek tek söz: 
“Ölüm bize ne uzak bize ne yakın ölüm. 
Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm” diyerek rahmetli Erdem Ağabeyin mısralarıyla yolundan yürümek ve nöbetlere çıkmaktır. 

Tarih: 19 Temmuz 2017 Çarşamba    Hit: 872




Henüz yourm yapılmadı, ilk yorum yapan sen ol