Muhammed SANCAKTAR / Laleli Sanayici ve İş İnsanları Derneği (LASİAD) Başkan Vekili / Geniş Açı
GIDA ZEHİRLENMESİ!
Kıymetli dostlar,
Türkiye, son yılların en ağır ekonomik baskısını mutfağında hissediyor. Ekonomi politikalarının, piyasa dalgalanmalarının ve küresel krizlerin en somut etkisi, vatandaşa sofrada yansıyor. Çünkü bir ülkenin gerçek refah seviyesi mutfaklarda ölçülür; gıda fiyatlarındaki artış ise toplumun huzur barometresidir.
Son veriler Türkiye’yi gıda fiyatlarında Avrupa’da zirveye, dünyada ise ilk dört ülke arasına yerleştiriyor. Bu durum, “pahalı ülke” olmanın ötesinde; vatandaşın yaşam mücadelesine dair acı bir gerçeğin altını çiziyor. Bugün bir tas çorbanın 250 TL, yarım ekmek dönerin 400 TL, tavuk dönerin 200-250 TL olması; simidin 20 TL’ye, çayın 15 TL’ye satılması artık herhangi bir ekonomik tartışmanın değil, toplumsal bir bunalımın göstergesidir.
Asgari ücretli bir vatandaşın yalnızca kendi karnını doyurabilmesi dahi artık mucize sayılır hâle gelmiştir. Üstelik mesele sadece fiyat değildir; mesele, fiyatla birlikte güvenin de sarsılmasıdır.
Yemek yemek lüks, sağlıklı yemek ise şaibeli oldu.
Bugün Türkiye’de birçok lokanta ve restoran, standart fiyat uygulamaktan uzaklaşmış durumda. Aynı yemek, aynı porsiyon, aynı masa… Fakat müşteriye göre değişen rakamlar. Bu anlayış, ticaret değil, fırsatçılıktır.
Tek başına bir lokantaya giren vatandaşın bir çorba, bir ana yemek ve bir tatlıya 1200–1300 TL’den aşağı ödeme yapmadan kalkamaması alışıldık hâle geldi. Dört kişilik bir ailenin dışarıda yemek yemesi artık “lüks” olmaktan öte bir hal aldı. Çünkü lüksün de bir karşılığı vardır. Bu ise tam anlamıyla erişilemez bir hayal oldu.
Gençler arkadaşlarıyla oturup üç lahmacun sipariş etmeyi bile düşünürken tereddüt ediyor. Bu tablo, ekonomik göstergelerin ötesinde; toplumun ruh hâline dair önemli bir veri sunuyor.
Peki tek sorun yüksek fiyat mı? Hayır. Ondan da kötüsü: Hijyen ve gıda güvenliği.
Fahiş fiyatlar elbette büyük bir sorundur. Ancak ondan daha büyük bir sorun var:
Bu fiyatlara rağmen sofraya konan yemeğin sağlıklı olup olmadığı bile bilinmemektedir.
Son zamanlarda gündeme gelen iddialar, toplumun vicdanını kanatacak türden:
• Dönerlere ucuz tavuk kırıntısı karıştırılması,
• At eti, eşek eti şüphesi taşıyan ürünler,
• Bayat etlerin yeniden işlenip servis edilmesi,
• Tedarik zincirinde etik dışı uygulamalar,
• Hijyenden yoksun mutfaklar,
• Etiket oyunlarıyla vatandaşın yanıltılması…
Bu durum, ekonomik bir krizden çok daha tehlikelidir; çünkü bir toplum gıdasına güvenmediği an, en temel bağlarından biri kopmuş demektir.
Geçtiğimiz günlerde dört kişilik bir ailenin gıda zehirlenmesi şüphesiyle hayatını kaybetmesi, toplumun kanayan yarasına tuz basmıştır. Olayın sebebi ne olursa olsun, gıda güvenliğinin artık tehlikeli bir çizgiye dayandığını göstermektedir.
Türkiye’de gıda zehirlenmeleri artık münferit olaylar olmaktan çıkmış, sistemsel bir problem hâline gelmiştir.
Bu tablo, denetimsizliğin, ekonomik baskının, fırsatçılığın ve etik çöküşün birleştiği noktada ortaya çıkan acı bir gerçektir.
Bu son yaşananlar aslında ders alınması gereken olaylardır.
Fiyatlardaki kontrolsüz artış, kalitedeki düşüş ve art arda gelen zehirlenme vakaları; sektör için çok önemli dersler içeriyor.
Bu sektörden ekmek yiyenler akıllarını bir an önce başlarına almalı, insanların sağlığıyla oynamamalıdır.
Bu gidişat devam ederse:
• Vatandaş dışarıdan yemek yemeyi bırakacak,
• Restoranlar müşteri bulamayacak,
• Esnaf kendi eliyle kendi sektörünü bitirecek,
• Toplumun gıdaya olan güven krizinin bedeli çok ağır olacaktır.
Peki çözüm? Aslında çok net…
1. Fiyatlar makul seviyelere çekilmeli.
2. Hijyen ve gıda güvenliği standardı yükseltilmeli.
3. Fırsatçılığa ve kayıtdışı üretime karşı sıfır tolerans uygulanmalı.
4. Denetimler etkin, sürekli ve şeffaf olmalı.
5. Esnafın vicdanı ile devletin hukuku aynı çizgide buluşmalı.
Unutulmamalıdır ki:
Bir ülkenin medeniyeti, vatandaşının sağlıklı, kaliteli gıdaya uygun fiyatla erişimiyle ölçülür.
Eğer insanlar çorba içerken endişe ediyor, ekmek alırken hesap yapıyor, dışarıda yemek yemeye korkar hâle geliyorsa; bu artık yalnızca bir ekonomik sorun değildir.
Bu, devletin, sektörün ve toplumun yüzleşmesi gereken ciddi bir ahlak meselesidir.
Gıda fiyatları bir gün düşer.
Enflasyon bir gün durur.
Ekonomi bir gün toparlanır.
Ama kaybolan güven geri gelmez.
Bu yüzden mesele sadece fiyat değil; mesele fiyatla birlikte insan sağlığı, insan onuru ve toplumsal vicdandır.