Rafet ULUTÜRK / BULTÜRK Derneği Genel Başkanı / Bulgaristan Penceresinden
ALTIN VEREN MEYVE: ARMUT AĞACININ HİKAYESİ
Bir zamanlar, eski Çin’in kalabalık pazarlarında açlıktan mecali kalmamış yoksul bir adam dolaşıyordu.
Günlerdir midesine bir lokma bile girmemişti; gözleri kararıyor, ayakları onu taşımakta zorlanıyordu.
Sonunda dayanamadı; bir tezgâhtaki sulu, parlak armudu gizlice kaptı ve oracıkta yedi.
Fakat hırsızlık saklı kalmadı. Bağrış çağrış arasında yakalandı, zincir gibi dizilmiş askerlerin arasından çekilerek İmparator’un huzuruna çıkarıldı.
Sarayın görkemi, dev sütunları, ağır perdeleri ve her köşeye sinmiş ciddiyetiyle insanın iliklerine işleyen bir havaya sahipti.
İmparator’un kudretli bakışları altında yoksul adamın sesi titredi:
— Haşmetlim… Açlığa dayanamadım. Evet, çaldım. Fakat beni bağışlarsanız size paha biçilemez bir armağan verebilirim.
İmparator küçümseyerek güldü:
— Senin gibi birinden paha biçilemez ne çıkabilir?
Adam avucunu açtı. İçinde minicik bir armut çekirdeği vardı.
— Bu çekirdeği ekerseniz, bir gün içinde altın meyveler veren bir ağaç yeşerir, dedi.
Salonda mırıltılar yükseldi. İmparator kahkaha attı:
— Öyleyse ek! Altın meyveleri görünce seni affederim.
Yoksul adam başını sallayıp ciddiyetle konuştu:
— Ben ekemem, haşmetlim.
Çünkü ben bir hırsızım.
Bu tohumu ancak ömründe hiç çalmamış, kimseye haksızlık etmemiş, yalan söylememiş biri ekebilir.
Aksi hâlde tohum ekeni zehirler.
Bu yüzden tohumu ancak siz ekebilirsiniz.
Salon sessizliğe büründü. İmparator’un yüzündeki gülümseme silindi.
Bir süre düşündü, sonra hırçın bir sesle:
— Ben bahçıvan mıyım? Tohumu vezir eksin!
Tohum vezire uzatıldı. Vezirin yüzü sapsarı kesildi:
— Haşmetlim… Toprağı bilmem.
Bu kutsal tohumu ziyan etmek istemem…
Ardından hazinedar geri adım attı. Komutanlar, kâtipler, devlet görevlileri…
Hepsi sudan sebeplerle sorumluluktan kaçtı. Fakat hepsinin gözlerinde aynı gölge vardı: korku ve vicdanlarının sakladığı suçluluk.
İmparator etrafına baktı, derin bir nefes aldı ve dudaklarında hafif bir gülümseme belirdi:
— Pekâlâ… Madem kimse bu tohumu ekemiyor, o hâlde altın meyveleri biz verelim.
Cebinden bir altın çıkarıp yoksul adama fırlattı.
— Hepiniz! Ceplerinizden birer altın çıkarıp bu adama verin!
Kimse karşı çıkamadı. Her biri sanki kendi günahını örtmeye çalışır gibi birer altın sundu.
Kısa sürede adamın önünde küçük bir hazine birikti.
İmparator:
— Hadi git şimdi. Bugünlük ders hepimize yeter, dedi.
Adam minnetle eğilip saraydan uzaklaştı.
Ardında ise yüzleşmekten korkan; kendi içindeki “çekirdek” ile baş başa kalan bir saray bıraktı.
Ve hikâye burada biterken akıllarda tek bir soru kalır:
Ortalığın toz duman olduğu şu günlerde,
bu tohumu ekecek kadar temiz yürekler var mıdır sizce?
Bugün…
Bu çekirdeği ekecek birileri var mı Bayrampaşa’da?
Ya da İstanbul’un herhangi bir köşesinde vicdanı tertemiz, kalbi lekesiz biri bulunabilir mi?
Belki de daha acı olan şu ki,
böylesine saf bir temizliğin izini sürmek dünyada artık neredeyse imkânsız hâle geldi.
İnsanlar çıkarın, hırsın, aceleyle verilen yanlış kararların gölgesinde koşuşturuyor.
Hak, adalet, merhamet…
Elbette var; ama giderek silikleşen gölgeler gibi.
Evet değerli okurlar…
Dünyaya baktığımızda iç açıcı bir manzara görmek giderek zorlaşıyor.
Savaşlar çoğalıyor, öfke büyüyor, kardeşlik unutuluyor.
İnsanlar birbirini anlamaya çalışmaktansa yargılamayı tercih ediyor.
Kötülük iyilikten daha hızlı yayılıyor; yalan, gerçeğin önüne geçiyor.
Sanki dünya, kendi içindeki kötü çekirdeği büyütüp duruyor.
Dünya kötüye gidiyor…
Hem de her gün biraz daha.
Belki de bu yüzden o sihirli çekirdeği ekecek bir insan bulmak, artık efsanelerde bile zorlaşıyor.
Ama yine de umudu tamamen yitirmemek gerekir.
Tarih boyunca en karanlık anlarda bile bir kıvılcım çıkmış, bir insan, bir söz, bir iyilik dünyanın yönünü değiştirmiştir.
İşte bu yüzden:
Herkes önce kendinden başlamalı.
Herkes kendi içindeki tohumu temizlemeli, düzeltmeli, beslemeli.
Çünkü biz iyi olursak;
çevremiz iyileşir, toplum iyileşir, şehir iyileşir…
Ve belki bir gün dünya da iyileşir.
Unutmayalım:
Dünya, içindeki kötülük yüzünden değil;
iyilik yapmaya cesaret etmeyen insanların suskunluğu yüzünden kötüye gider.
Ve belki de en büyük mucize şudur:
Bir gün biri çıkar…
Bu çekirdeği ekecek cesareti gösterir.
İşte o gün, dünya yeniden nefes alır.
Evet değerli okurlar…
Böylesine insanları bulmak zor görünüyor.
Hal böyleyken, bu çekirdeği ekebilecek çevrenizde ve dünyada ne kadar bu kişilerden kaldığını siz düşünün…
Tarih: 20 Aralık 2025 Cumartesi Hit: 1032