03 Ağustos 2025 Pazar   

Sadık KAHRAMAN / Gazeteci Yazar / Şehir ve İnsan

SESSİZ DEVRİM YÜRÜYÜŞÜ

 

BAYKAR Yönetim Kurulu Başkanı Selçuk Bayraktar’ın son günlerde yapmış olduğu açıklamalar ve deklare ettiği yeni projeler, Türkiye’nin savunma sanayii ve yerli üretim, kendi toprağına ve kendi insanına olan itimat kapsamında son 20 küsür yılda yaşananlar hakkında eminim ki herkesi biraz olsun düşündürmüştür. Elini vicdanına götürüp de madalyonun öbür yüzünü, bu iktidarın hükümete gelişinden önce yaşananları hatırlayanlar ikrar edecektir ki, bir zamanlar kendi tüfeğini bile üretemeyen bir ülkede yaşıyorduk. Telsizini, tüfeğini, dış politikada yapacağı hamlelere kadar hepsini bir bağımlı gibi idare etmeye çalışan bir Türkiye vardı. Nitekim seneler önce bir askeri tatbikatta bizzat yaşadığım o acı hatıra hala zihnimdedir. Tatbikat için Amerikan menşeli bir ekipman bekleniyordu. Teslimat gecikti. Subaylardan biri yanımıza yaklaşıp şöyle demişti:
“Bu millet bir gün kendi silahını yapmazsa, başkalarının savaşıyla kaybeder.” O söz bugün, yerli savunma sanayiinin her yeni ürününde tekrar tekrar yankılanıyor. O gün duyduğumuz mahcubiyet, bugün yerini özgüvene ve gurura bıraktı. Parlak bir geleceğin, Türkiye’nin, mimarlarından biri olacağına dair inancımızı diri tuttuğumuz önümüzdeki yeni yüzyılın; milletimizin öz evlatlarının kendi emekleri ve azmiyle inşa edilecek olan daha nice eserin bugün uzak bir hayal gibi değil, gerçekleşmesi yakın bir umut olarak dillendirilmesi elbette bir kıvanç vesilesidir. Türkiye bugün gökyüzünde Kızılelma gibi insansız savaş uçakları uçuruyor. Bayraktar TB2, Akıncı, Anka, TCG Anadolu gibi projelerle artık sadece kendini savunmuyor, çevresine de kalkan oluyor. Yeri geliyor depremde, yeri geliyor yangında, yeri geliyor Libya’da yeri geliyor Karabağ’da, gözü yaşlıların umudu oluyor. Bütün bunlar Selçuk Bayraktar’ın deyimiyle ‘takozların’ ortadan kaldırılmasıyla, sessiz sedasız, adım adım ve sabırla gerçekleşti. Tayyip Erdoğan’ın kararlılığıyla gerçekleşti. Bu atılımlar ülkenin cumhurbaşkanlığına aday gösteren masa tarafından ‘dokunulmakla,’ rahatsız edilmekle tehdit edildi. Sadece itiraz etmeyi, karşı çıkmayı, engel olmayı bilen; iş üretmeye, katkıda bulunmaya gelince ortada görülmeyen istemezükçülerin saçma sapan saldırılarına uğradı. İçerden kapıyı tutabilmek bu kadar zorlaşmasına rağmen gerçekleştirilen bu sessiz devrim, aslında sadece bir teknolojik sıçrama hikayesi değil, bir milletin irade beyanı haline geldi. Öyle ki, Recep Tayyip Erdoğan’ın liderliğinde geçirdiğimiz 20 yıl sadece bu siyasi iktidarın hikayesi değil, aynı zamanda bir medeniyetin bağımsızlık yolunda yeniden ayağa kalkışının imzası oldu. Zira Erdoğan’ın da daha önce söylediği gibi; “Savunma alanında bağımsız olamayan milletlerin istikballerine güvenle bakabilmeleri mümkün değildir.”
*
Gerçekten de, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de enerji mücadelesinde varlığını gösterebilmesi, yukarıda da bahsettiğimiz gibi Libya’da, Karabağ’da hem bir denge unsuru hem de dengeleri kendi lehine değiştirebilen bir oyun kurucu haline gelebilmesi dışa bağımlı bir savunma anlayışıyla gerçekleşemezdi. Bu değişimin arkasında net ve kararlı bir irade yatıyor. Erdoğan’ın bu iradeyi gösterebilmesi de elbette milletin ona ve onun vizyonuna sahip çıkması, onun nezdinde aslında kendi ümitlerinin hayata geçtiğini görebilmesi arzusu sayesinde mümkün oluyor. İşte tam da bu sebeple yaşanan gelişme ve değişimde en önemli taraf milletin içinden gelen gençliktir. Şimdi yıllar önce yaşadığım o tatbikat sahnesinden bugüne baktığımda, içim umutla doluyor. Çünkü artık tablo değişti. Gençlerimiz Teknofest’te, IDEF’te, kendi elleriyle ürettikleri mühimmat sistemlerini, yazılımları, insansız hava araçlarını sergiliyor. O gökyüzüne bakan genç gözlerde yarına dönük ümitle beraber sarsılmaz bir irade de var. Bu gençlik artık sosyal medya gündemlerinin, boş sloganların, sanal kahramanlıkların içinde kaybolmayacak kadar kararlı. Sokakları talana çevirmenin, kutsallara saldırmanın, ona buna saldırıp ideolojisini dayatmaya çalışmanın beyhudeliğini gençliğe adım attığı daha ilk günden beri biliyor. Çünkü idealleri, inancı, geleceğe dair yürüyeceği yol hakkında yaptığı planları ve memleketinden utanan, gocunan, rahatsız olanların aksine vatan sevgisi var. Teknolojiyi sadece tüketen değil, artık aynı zamanda üreten ve geliştiren bu gençlik; Üstat Necip Fazıl’ın Gençliğe Hitabesinde tasvir ettiği ve hayalini kurduğu, “Zaman bendedir ve mekan bana emanettir.” şuuruna sahip bir gençlik. Anadolu kıtası büyüklüğünde dava taşını gediğine koymak için gün sayıyor..
**
Velhasıl, bugün kimi çevrelerin içeriden ve dışarıdan Erdoğan’a neden bu kadar öfkeli olduğunu, nefret kustuğunu anlamak zor değil. Erdoğan senelerce boyun eğmiş, kabullenip teslim olmuş, sesini çıkarmamış bir düzenin duvarlarını yıktı. Türkiye artık başka bir Türkiye. ‘Yeni Türkiye’ sloganını tam da bu yüzden anlamlı buluyorum. Dış etkenlerin kendilerinden olmayan Recep Tayyip Erdoğan, dengelerini öyle bir bozdu ki, neye uğradıklarını şaşırdılar. Dolayısıyla içerideki bağlantıları da aynı akibeti yaşıyor. Lakin bu bağlantılara kanarak zamanını boşa harcayanlar kaybedecektir. Bu aristokratlar kuleleri logoyla değil para ile yapıyorlar. Kendilerini bu vatanın gerçek sahibi olarak gören, yalancı algıcı anlayışın artık vücut bulması mümkün değildir. Aynı sebepten CHP ve CHP’yi takip eden jakobenler de artık günümüz siyasetinde kendine yer bulamayacak derecede vizyondan yoksun ve yoldan çıkmış hale gelmiştr. Yaşanan tüm bu güzel gelişmelerle ilgili ağzılarından kerpetenle müspet bir laf alınabilirse alınan, onun haricinde, gelişmeleri büyük bir nefret ve çekememezlik içerisinde takip eden güruhun bu memleketin yarınına katacağı hiçbir şey yoktur. Kim ne derse desin, sahte devrimciler, halk adına konuştuğunu iddia edip halkın tam karşısında konumlanan sahte işçi dostları, sözde özgürlük kahramanlarıyla sözde aydınlar ve tüm barbarlık yanlısı kıskançlık ordusu; hepsi dilediğini yapsın. Bir kere yürüyüşün işsret fişeği atıldı, “Kim var?” diye seslenilince sağına ve soluna bakmadan “Ben varım!” diyecek gençler yola çıktı. Bunun dönüşü yoktur. Ne diyordu Üstat;
“Surda bir gedik açtık; mukaddes mi mukaddes!
Ey kahbe rüzgar, artık ne yandan esersen es!”

Tarih: 03 Ağustos 2025 Pazar    Hit: 1132




Henüz yourm yapılmadı, ilk yorum yapan sen ol