HER zaman söylerim. Bu ülkede gündem bir yumurtayı haşlayamadan değişiyor. Hatta şimdilerde ortada fol da yokken oluyor bunlar ve yumurtalar. Geçen aydan bugüne paramızı durduk yerde yedide bir oranında değer kaybına uğratan Merkez Bankası başkanı değişikliği, bu sebebin üstünü örtmek, kamuoyunun algısını oluşturmak ve yönetmek için İstanbul Sözleşmesi de araya sıkıştırılarak yapıldı. Hemen sonra özellikle son on yılda iktidarın kronikleşmiş nepotizm, kliyantelizm nihayet kronizm hastalığının bulaşıcılığı sonucunda yolsuzluğun, ayrımcılığın, kayırıcılığın yarattığı eğitimsiz, bilgisiz görgüsüz, kibirli, emeksiz yaşamı ideal etmiş neslin parti genel merkezindeki bir temsilcisinin düştüğü batağın tanıklığı düştü önümüze. Geçen haftanın sonunda ise bir grup emekli amiralin bildirisi ile kafalarımızın ütüsü tazelendi.
Tüm bunlar olurken de günlük verilere göre ikiyüzün üzerinde vatandaşımızı kaybettiğimiz salgın ve bununla mücadele konusunu ise dünyada ikinci Avrupa’da birinci olma başarısızlığımızla taçlandırdık. Ama bir türlü gündemde hak ettiği yere alamadık.
Şimdi şöyle sırayla gidelim.
Naci Ağbal’ın gidişine sebep olan iki puanlık faiz artırımının (3.12. 2020/3321 tarih sayılı kararnamenin bu kez iki ay için uzatıldığını göz önüne alırsak) gelir vergisi kesinti oranları eski haline döndüğünde parasını TL cinsinden mevduata bağlayan hesap sahipleri için bir gelir artışına değil ama hazine için vergi geliri artışına sebep olacağı cebir, geometri, matematik, finans hesaplamaları ve hatta üflemeli çalgı nağmeleriyle çok kolay ispatlanabilir. Demek ki başka sebepler var.
İstanbul Sözleşmesi ise üç ve dördüncü maddeleri ile tanımının yapılması topluma bırakılan, bize de o denli yabancı bir kavram olan toplumsal cinsiyet safsatası ile şimdilik kendimizi kendisinden koruyabileceğimiz bir uzaklığa taşındı. Dostlarım bilir sözleşmeden bir gün seçim yatırımı tadında çekileceğimiz konusunda bir fikri her zaman savunuyordum. Üstelik başka bir başarısızlığı da gizlemek için kullanılarak bir taşla birkaç kuş vurulmak istendi.
Sonradan kullanılanın pudra şekeri olduğu iddiası ile kek yerine konulmaya alışılmış milletin önünde aklanmak istenen iktidar gayretlerine tanıklık ettik. Müptela bir müptezelin şahsında, şimdiden kaybedilen bir hatta birkaç neslin çürümüş ideallerinin bedenlendiğini gördük.
Geçtiğimiz hafta sonu da yayınlandıktan bir saat sonra okuduğum, bundan yarım saat sonra ise darbe iması da değil darbe girişimi olduğuna tek merkezden azmettirildiği belli olan sosyal medya tetikçileri sayesinde ikna edilmeye çalışıldığımız bildiri krizini aldık kucağımıza. Bu kez nur topu gibi mağduriyet edebiyatımız doğdu.
Bizim için asıl sorun oluşturan salgın meselesi ise yüzümüzde maske, elimizde dezenfektan şişeleri, aramızda mesafe olmasına rağmen neredeyse aklımıza gelmesi, ağzımıza alınması yasaklanmış gibi gündemde hak ettiği yeri alamıyor. Tek başına devletin baş etmesine bırakılmasının çok acı sonuçlarını yaşadığımız ve yaşayacağımız salgınla mücadelede ise sonunda dünya ikincisi ve kıta birincisi olduk. Tebrik ederim.
Hadi Allah’a emanet…