İNSANOĞLU sularla karşılaşıp onları aşıp geçmek istediği ilk günden bugüne, sularla köprüler arasında, kelimelerle anlatılamayacak güzellikte bir birliktelik, bir aşk yaşanmaktadır. Bu birliktelik, bu aşk, suların; zaman zaman köprüleri alıp götürmek isteyen coşkunluğuna, zaman zaman köprülerinin üzerinden akıp gitmek isteyen taşkınlığına maruz kalsa da; büyük bir sevda ile hâlâ devam ediyor. Bu aslında, bir aşkın, bir bağlılığın kelimesiz, cümlesiz ifadesinden başka bir şey değildir.
Köprüleri güzelleştiren aslında altlarından akıp giden sulardır. Bu sular belki de bir medeniyetin çıkmasına, oluşmasına vesile olmuştur. Bu nedenle ilk sözümüz, ilk selamımız, ilk kelamımız; köprülerden önce sulara ait olacaktır. Çünkü, biliyoruz ki “sular konuşur”, biliyoruz ki “korku sudur”, biliyoruz ki “yaşam, ibtidası su, nihayeti sudur”, biliyoruz, “bir ceylan içmeye eğildiği suyun kıyısında boğulur…”Bazen “civan aliş”ini sorana konuşur, bazen Arda boylarında Yusuf’a konuşur sular… Sular konuşur. Dilinden anlayana, sesini duyana dillenir, dellenir sular. Bazen bir dağın yamacından başlar kaynamaya, bazen bir dağın yamacından… Alman dağından başlar mesela biri, akar akar akar, Tuna olur… Şar’dan ayaklanır, Bistriçe olur…Vrutok’tan başlar bir başkası. Yorulmadan akar ve bir ovaya adını vererek Ege’ye kavuşur; Vardar olur…Rila’dan, Rila dağlarından kaynamaya başlar bir başkası da… Akar gelir, ağlar gelir, Ege’ye kavuşur; Meriç olur… Galiçitsa’nın yamacından kaynar bir başkası, usul usul yavaş yavaş kaynar… Suyun dağı aşanını biliriz de gölü aşanı pek bilinmez. İşte bu suyumuz gölü, Ohri gölünü aşar, Struga’yı selamlar ve Drim olarak Adriyatik’e kavuşur…Bunların örnekleri o kadar çoktur ki, yazmaya bu satırlar kafi gelmez…Ama bilinmesi gereken nokta; suların konuştuğudur.
İkinci ve esas sözümüz köprülere dair olacaktır bu küçük yazımızda. Bilirsiniz “İnsanlık, köprü kurma konusundaki becerisi ölçüsünde uygardır” derler. Gerçekten köprü kurmak ve köprüler bir medeniyet nişanesidir. Bizim için köprü, sadece bir akarsuyun iki yakasını birbirine bağlayarak yolun devamını sağlayan geçit olmaktan ibaret değildir. Bizim için köprü, hangi sadece akarsuyun her iki yakasındaki insanları değil dünyada yaşayan bütün insanları birleştirmektir. Çünkü biz, binlerce yıldır üzerinden ırkların, kavimlerin, uygarlıkların gelip geçtiği bir coğrafyanın, gerçek anlamda bir köprü coğrafyasının sakinleriyiz.
İnsanların farkında olmamasından mı yoksa altından akan suların hırçınlığından mıdır bilinmez ama soylu bir yürek taşır köprüler. Bu yüzden yıkılmaya asla tahammülleri yoktur. Acı çekerler, yarım, yıkık kaldıkları zaman. Ağıt yakarlar insanlara, onları vefasızlık elbisesi içinde gördüklerinde. Ya bir suyun çılgın sevdasına ya da bir toprağın hıncına terk edilip ulaştırmaz kılındıklarında feryad-u figân eder köprüler. Ama asla görev yerlerini terk etmezler, bir tek taş bile kalsalar.
Köprüler; bazen gizli gizli, bazen de aşikare “Maksudu bir du’adır ancak gelüb geçenden” diye seslenmektedir dem be dem, köprülerde saklı olanın ne olduğunu bilenlere..Ve aslında her köprü, vefanın, sadakatin, aşkın, sevmenin, karşılıksız sevmenin, sevdiği uğruna can vermenin bir başka adı değil midir?