27 Temmuz 2024 Cumartesi   

Naser ŞİMŞEK / İnşaat Mühendisi / Teknik Bakış

FİLİSTİN’İN 76 YILDIR SÜREN DRAMI: NEKBE

 

İsrail'in 14 Mayıs 1948'de Filistin toprakları üzerinde kurulmasıyla Filistinlilerin zorunlu göçe zorlanmasının üzerinden 76 yıl geçti. Binlerce Filistinli katledildi, bir milyona yakın kişi vatanından göçe maruz bırakıldı. Bugün bir kez daha İsrail soykırımına sahne olan Filistin topraklarında 15 Mayıs, "Nekbe" yani "Büyük Felaket" olarak anılıyor.
Bugün Kudüs meselesi ne İsrail’e ne de Filistinlilere bırakılacak kadar yerel bir mesele değildir. Bu mesele bütün dünyayı ilgilendirmektedir. Dünya halklarının bugün sahip olduğu duyarlılığın siyasiler ve liderler tarafından da görülmesi gerekir. Elbette Müslümanların mabedi olan Mescid-i Aksa meselenin özündedir fakat sorun bundan ibaret değildir. Kudüs meselesi, Mescid-i Aksa üzerinden -Filistin meselesi gibi- küçültülerek hedef saptırılmak istenmektedir.
Tarihi Kenan bölgesinin şimdi ki zamanda ki Filistin Devletinin Başkenti Kudüs bir şehir adından çok daha fazla anlam taşır.  
Kudüs; Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler için ‘’kutsal’’ kabul edilen şehrin adıdır. Kudüs ve Filistin insanlık tarihi boyunca bölgeye egemen olan devletlerin fethine maruz kalmıştır.
Kenan bölgesinin Hz. İbrahim Peygambere vaad edilen topraklar olması ile Yahudilik dini ile alakası olmayan Siyonizmin İsrail devleti kurulduktan sonra askeri saldırılar ile toprak işgali için vaad edilen topraklar efsanesine sığınmak çok farklıdır.
Filistin'in İbrahim'den olacaklara verileceğine dair din kitaplarında yazılanlar, Siyonizmin yaptığı dar yorum çerçevesinde bile, yanlıştır.
Tevrat’ta "Bu toprağı, Mısır'daki nehirden büyük nehre, Fırat Nehrine kadar senin sülbundan olanlara verdim" der.
Tevrat’ta yer alan ‘’senin sülbundan’’ ile kastedilen bu vaad yalnız Yahudilere yapılmış değildir.  Hz. İbrahim'in oğlu Hz. İsmail'den olanlar Müslüman ve Hıristiyan Araplar bu vaade girer. Ayrıca sünnet olması nedeniyle Hz. İsmail ve ondan gelen kavmi bu müjdeyi hakedendir.
Bunları anlatmamızdaki amaç tarihi çarpıtmaların önüne geçmektir.
Filistin bölgesi halkının kökenini irdelemek gerekirse; bugün "Kenanlılar" diye bildiğimiz bir Arap kavmi M.Ö. 3000 yıllanda orta Arabistan çöllerinden yukarı doğru çıkarak bu bölgeye yerleşmiştir. Kenanlıların bir kolu olan Jebusitler'den ötürü, M.Ö. 1.400 dolaylannda Kudüs'e "Jebus" dendiğini de biliyoruz. Kenan diyarı iki-yüz yıl sonra İbrani işgaline uğradı.. M.Ö. 1000 dolaylarında Hz. Davud, yerli halkla birlikte, Judah ve İbrani kabileler ile bir çeşit federasyonunu kurmayı başardı. Bu federasyon onun oğlu Süleyman'ın ölümüyle dağıldı ve ortaya çıkan iki ayrı krallığın birinin başkenti Kudüs, ötekininki de Samiriye oldu. Her ikisi de AsurIular'ın batıya yönelişleriyle yıkıldı. Babil Kralı Asurluları ezip şehri ve Süleyman'ın Tapınağını yok etti. Hayatta kalan Yahudileri Babil'e götürüp köleleştirir.
Birbirini izleyen bu işgallerde yerli halkın bir bölümü toprağından hiç ayrılmadı. Kudüs'te kalan Kenanlılar, onların kolu Jebusitler, hatta kuzeyden inen Hititler Kudüs'ün ve Filistin'in yerli halkını oluşturmaya devam eder.
Roma İmparatorluğunun hakimiyetinde iken güneyde Müslümanlığı kabul etmiş olan Araplar kuzeye doğru yayılıyorlardı. Müslüman Arap orduları Kudüs’ü M.S. 638'de kuşattılar. Hıristiyan din adamı şehri sadece Halife Hz. Ömer'e teslim edeceğini duyurdu. Hz. Ömer, Kudüs'e hiç kan akıtmadan girdi.
Hz. Ömer’in Kudüs'ü fethi ile  l099'da Haçlılarca Kudüs’ün teslim alınmasında yapılan vahşet çok büyük bir çelişki oluşturuyor.
1517’de Yavuz Sultan Selim Kudüs’ü fethetti. 1917 yılına kadar süren Osmanlı hakimiyetinde Müslümanlar, Hıristiyanlar ve Yahudiler barış, adalet ve huzur içinde bir arada yaşadılar.
1917’de İngilizlerin hakimiyetine giren bölge manda yönetimiyle birlikte Filistin'e (ve Kudüs'e) büyük Yahudi göçleri başladı. Bu göçün birdenbire artmasının en büyük nedeni Manda yöneticisi İngilizlerin özellikle Siyonistler arasından seçilmeleri olmuştur. Hızlı bir şekilde artan Yahudi göçü yeni gelenlerle eski yerliler arasında doğal olarak problemler yaratmış, bu durum gitgide kanlı bir aşamaya varmıştır.
Kudüs'teki Kutsal Yerler ile ilgili tarafların hak ve hukuku geçmişte karşılıklı saygı ve teamüllere ve adaletli idareye dayanıyordu.
Ancak, Manda rejiminin kurulmasıyla, haklarından çok daha fazlasını almaya yönelik genel bir tasarıyı hemen uygulamaya koyulan Siyonistlerin uyguladığı zorlamalar neticesinde 1929 olaylarında çok kan aktı. Filistin'e Milletler Cemiyeti'nin onayı ile Uluslararası Araştırma Komisyonu gönderildi. Komisyon kararlan şöyle özetlenebilir:
"Bir Vakıf mülkü olan Haram el-Şerif'in ayrılmaz bir parçası olması nedeniyle, Batı Duvarı'nın tek sahibi ve mülkiyet hakkı olan tek kaynak Müslümanlardır.”
"Duvarın önündeki Döşeme (kaldırım) ve  Duvarın tam karşısında Mağribi (Fas) Mahallesi denilen yer de Müslümanlara aittir.”
"Yahudilerin Duvar yanına ...... tapınma ya da başka amaçlarla getirecekleri eşyalar onlara Döşeme üstünde hiçbir biçimde bir mülkiyet hakkı vermiş olmayacaktır.”
"Öte yandan, Müslümanlar da (Haram bölgesi ve Mağribi Mahallesinde) Vakıf mülkü içinde ve Duvar'a değinen yerlerde, Yahudilerin Döşemeye ve Duvar'a gidişIerini engeller biçimde yapılar yapmayacak ya da herhangi birini yıkıp onarmayacaklardır.”
"Yahudilerin, aşağıda sözü edilecek açık kurallara uymak koşuluyla, Batı Duvarından özgürce yararlanma hakkı olacaktır.”
"Sınırlı bir zaman için olsa bile, Duvar'ın bulunduğu yere, oraya koymak amacıyla, herhangi bir çadır, perde ya da benzeri eşya getirmek yasaklanacaktır.”
"Yahudiler Duvar yakınında boynuz biçimindeki borazanlarını çalmayacak ve Müslümanlan rahatsız etmeyeceklerdir; öte yandan, Müslümanlar da Yahudiler tapınırlarken Döşeme yakınında kendi 'zikr' törenlerini yapmayacaklar ve Yahudileri herhangi bir biçimde rahatsız etmeyeceklerdir.”
Komisyonun vardığı bu sonuçlar 8 Haziran 1931'de yasa biçimine sokuldu ve Manda yönetiminin sonuna değin yürürlükte kaldı.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 29 Kasım 1947 tarihli ve 181 (II) numaralı kararıyla Filistin'de bir Yahudi ve bir de Arap devleti kurulması yönünde tavsiye kararı aldıktan başka, Kudüs'ün de "uluslararası bir rejim" altına konmasını öngördü.
Araplar bu tavsiyeyi kabul etmediler. Birleşmiş Milletlerin Devletler hukukuna göre, Filistin toprakları üstünde bir Yahudi devleti kurma yetkisi olamazdı. Yalnız İsrail devleti ileri gelenlerinin büyük bir çoğunluğu değil, göçmenlerin kendi de, büyük ölçüde, köken ve yurttaşlık yönlerinden, bu toprakların yabancısıydılar, kimi Rusya'dan, kimi Polonya'dan, kimi Güney Afrika'dan gelmişlerdi.
İsrail kuruluş tarihi olan 15 Mayıs 1948'den önce ya da sonra, Birleşmiş Milletler'in çizdiği haritaya saygı göstermedi. Yahudi devleti toprağı olarak bilinen bölgeyi işgal ettiği gibi, gene önerilen Filistin devletine ait olacak toprakların önemli bir bölümüne de el koydu. Kudüs'ün batı kesimi, Batı Galile, Kudüs ile Akdeniz arasında kalan topraklar, Caffa, Akra, Lidda ve Ramle (Arap) kentleri ve yüzlerce Filistin köyü ve kasabası eline böyle geçti. İsrail'in 1948 ve 1949 yıllarında işgal ettiği topraklar 20.850 kilometre kare tutmaktadır. Filistin'in tüm yüzölçümü ise, 26.323km.2'dir. Böylece, İsrail, Birleşmiş Milletler'in kendine ayırdığı 14.500km.2'ye 6350 km.2 ekleyerek önerilen Filistin devletinden de yüzde 54'lük bir kesinti yapmış oluyordu. Böylece, Filistin devletinin yüzölçümü de ll.800'den 5.400km.2'ye iniyordu. 1949'da, İsrail Filistin'in yaklaşık yüzde 80'ini elinde bulunduruyordu. Oysa, Manda yönetimi sona erdiğinde, Yahudilerin elindeki topraklar ancak %'6 kadardı.
1967 yılında İsrail Kudüs’ün tamamını ele geçirdi.
Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 1967 yılından bu yana sürekli İsrail’i eleştiren kararlar almakta ancak sonuç alamamaktadır.
İsrail ise sürekli yeni "savunulabilir" sınırlar istemiş, ama bunun ne olduğunu, nerelerden geçtiğini bugüne değin belirtmemiştir.
İsrail uluslararası hukuk, insan hakları, adalet kavramlarını tanımadan bu zamana geldi.
Sıra da Gazze var.
Gazze düşerse Filistin düşer, Filistin diye bir ülke kalmaz.

Tarih: 20 Mayıs 2024 Pazartesi    Hit: 1116




Henüz yourm yapılmadı, ilk yorum yapan sen ol