İnsanlar yaş aldıkça geçmişe olan özlemleri biraz daha artmakta. Nerede eski günler cümlesi ile başlayan anlatılar anekdotlar, hikayeler gençlerin inanmakta zorlandığı maceralar aslında hep geçmişe olan özlemimizde saklı.
Aslına bakarsanız bir Kemal Sunal’ı özlemek, bir Münir Özkul’u anımsamak bizleri çocukluğumuza gençliğimize mahallemizde ki hayata geri götürmekte.
Şimdilerde apartman bloklarında yaşadığımız izole hayatlar, teknolojinin sağladığı imkanlarla metrolarda kimse ile konuşmadan ve duymadan alınan yollar, toplu taşımada kendimizi diğer insanlardan soyutlamamız hem farkındalığımızı azaltmakta hem de duyarsız bir güruh olmamızı sağlamakta.
Toplum kelimesinin yerine Güruh kelimesini kullandığım için bazıları beni yadırgasa da aslında bir toplumdan ziyade ortak paydaları olmayan sadece kendisi için yaşayan insanlar haline gelmemizi sağladı. Peki bunun sebebi nedir?
Sadece yaşam mücadelesi mi? Sanmıyorum. Bizden önce ki insanlarda yaşam mücadelesi veriyorlardı. Onlar da en az bizim kadar hayatla kavga ederek akşamları evlerine geliyorlardı ki hem iletişim hem de ulaşım o dönemlerde daha da zordu. Peki ama bu kadar samimi, geleneklerine bağlı ve umutlu kalabilmelerinin sebebi ne olabilir. Cevap aslında kolay nimetlerinden alabildiğine faydalandığımız teknoloji. Ne için geliştirildiği umurumuzda olmadan kullandığımız cep telefonları, tablet ve bilgisayarlar. Televizyon karşısında geçirdiğimiz yanımızdakinin farkına varmadığımız sessiz saatler. Hiç konuşmadan anlatmadan paylaşmadan geçirdiğimiz günlerin esas nedeni teknoloji.
Sosyal medyada yayınlana abuk sabuk içerikler, eskilerin baldırı çıplak olarak adlandırdıkları bir gurubun yediklerini içtiklerini fütursuzca paylaşması, televizyon ekranlarında olmasa bile insanları güldürmek için argo yüklü senaryolarla çekilen sinema filmleri ve onların dijital platformlarda yer alan gölgeleri gençliğimizi yavaşça özünden uzaklaştırarak özgürlüğü çıplak dolaşmak ve küfür etmek sanan bir gurup haline getirmekte.
Bir dijital platform da yayına giren ‘Erşan Kuneri’ hafızalarda argoları ve seksapel kadınları ile hafızalarda kalırken böyle bir senaryoyu yapım şirketine Cem yılmaz haricinde başka sıradan biri götürse çekilir miydi diye düşünmeden edemiyor insan.
Oysa bir bakın Türk sinemasının geçmişine, Yeşilçam’a. Hayatını kaybeden çocukluğumuzun starlarının ardından bugünkü gençler bile yas tutmakta.
Adile Naşit mesela; hepimizin hafızalarında şen kahkahası ve elinde okul zili ile merdivenlerden koşarak inerken kalmıştır. Bir bisikletin üzerinde pedal çevirirken sevdiğine gülümseyen Tarık Akan’ı unutmak mümkün mü? Hele uzun saçları boğazda yüzünü örten ‘Gülşen Bubikoğlu’, hala hanımefendiliği ve sesi ile gençlere örnek olan ‘Emel Sayın’, ‘Filiz Akın’, Anadolu kadınını her yerde temsil eden ‘Fatma Girik’ ve ‘Türkan Şoray’, ‘Aliye Rona’, ‘Nubar Terziyan’, ‘Saadettin Erbil’, her ne kadar kötü adam rollerinin vazgeçilmezi olsa da ‘Erol Taş’, babacan yaren oyuncu ‘Kadir Savun’, kuva-i milliye bıyığı ile aklımızda yer eden ‘Hulusi Kentmen’ gibi isimlerin bugünlerde örneğinin olmama sebebi saydığım isimlerin candan tavırları ve halktan kopmadan yaşayışları olsa gerek.
Yoksa Etiler veya Nişantaşı’nda lüks restoran veya apartman dairelerinde gelişi güzel yapılan sinema filmleri veya projelerle bu halkın aklında kalmanız pek olası olmayacak…
Derdimiz geçmişi özlemek değil de Geçmişe Saygı olursa bugün daha güzel işlere imza atabilirz… Yani velhasıl Bizi Biz Yapan Değerlerimizi Unutmadığımız da ÖZÜMÜZE döneriz…
Sanatla kalın, sanatın içinde nefes alın...