Bizim de artık bir üyesi olduğumuz Paşavizyon ailesi ile beraber 15. yılı doldurduk. 15 yılda bu sağlam aileyle kimi zaman işyerinizde kimi zaman balkonunuzda kahvenizi yudumlarken kimi zaman okulda kimi zaman da yolda birlikte gündeme ve hayata dair gerçeklere dokunduk. Sizlerin desteği, alakası ve teveccühüyle büyüdük, ilerledik. Mesleğimize olan saygımızı düstur edinerek doğru ve objektif haberciliğin çizgisini çizmeye çalıştık. Çizgimizi çekerken hep halkın sorunlarını, eleştirilerini, beğeni ve memnuniyetsizliklerini vurgulamak için çabaladık. Bu çaba da düzen ve istikrarı getirdi. Yerel bir medya organının böylesi bir yolculuğa sahip olması hem okuyucusu hem yazarları için gurur kaynağıdır. Bu alanda geçen her sene yayıncılar için bir mihenk taşıdır. Yolun açık olsun Paşavizyon Gazetesi, 15. yılın kutlu olsun.
***
Ciğerlerimizi yakan depremin üzerinden tam 1 ay geçti. 3. haftada seçim konuşulmaya başlandı. Yitip giden on binlerce canımızın, enkaz altında can çekişen kardeşlerimizin sesi 14 Mayıs gürültüsüyle kesildi. Günlerdir kim aday olacak, Millet İttifakı kimde karar kılacak, kim “kazanacak?” sorularını cevaplamaya çalışıyor medya. Kulisler, masalar, gazeteci fısıltıları, milletvekili tweetleri derken hem yüreğimizdeki hem şehir meydanlarındaki yıkıntının üstü politikayla örtüldü. Hayat devam ediyor, diyerek atılan adımlar yine yolu siyasete çıkardı. Memleketin böylesi bir acı karşısındaki hızlı geçişi her ne kadar baş döndürücü olsa da, izlediğimiz vahim saçmalığa dair bizim de iki kelam etmemiz gerekiyor. Düşünüyorum, Millet İttifakı ya da Altılı Masa, artık isimleri her neyse, depremin ilk haftası bölgeye gider gitmez “E artık iktidar enkazın altında kaldı diyebiliriz herhalde” demişti. Kılıçdaroğlu’nun aceleyle “Evet, evet, tabii” diye onayladığı cümle o hafta aklımın bir köşesinde uzun süre oturdu. Kim bilir kaç insanımıza mezar olan şehirlerin siyasetçilere ilk anımsattığı şeyin iktidar kavgası oluşu bir kez daha dünyalarının kirliliğine dair bana kanıt olmuştu. 2015’teki “İyi salladık!” tokalaşmasını anımsatan ama çok daha tüyler ürpetici olan bu tepkiyi ilk duyduğumdan beri Kılıçdaroğlu’nun adaylığı bana kesin görünüyordu. Nitekim daha önceki yazılarımızda da belirttiğimiz gibi, İmamoğlu kendini ne kadar kaptırsa da Akşener ona ne kadar sahip çıkmaya çalışsa da Kemal Bey kendinden emindi, aday olacağı belliydi. Son birkaç günde, birbirine benzemez bu altılının, seçim yaklaştıkça bocalayan ve nihayetinde krizle sonuçlanan boş toplantılarından Akşener’in sürpriz çıkışına ve inanılmaz geri dönüşüne şahit olduk. Üç gün içinde, önce kumar masası diyerek beceriksizlikle suçladığı masaya CHP’lilerin Ekmeleddin İhsanoğlu’na, Kılıçdaroğlu’nun ‘emriyle’ “tıpış tıpış” oy verişi gibi, tıpış tıpış geri döndü. Erdoğan nefretine dayanarak inşa edilmiş bu masanın, seçime 2 aya yakın bir zaman kala patlaması, ne kadar trajikomik olsa da Meral Akşener’in siyasi hayatı bakımından tam bir trajedi oldu. Nitekim o da bunun farkında ki, Kılıçdaroğlu’nun adaylığı açıklanırken yüzünde olan o umutsuz, isteksiz, bitkin ve hatta biraz da sinirli ifade kendini ele verdi. Az değil, 18 ayın emeği boşa gitti. İttifak üyelerinin hepsinin tutarsızlıkla, prompterlardan konuşma metni okumalarla, koltuğa yapışmakla suçladıkları Erdoğan’ın, kariyerinde tek bir kez bile yakınına dahi yaklaşmadığı bir rezalate 3 günde imza attılar. Elinde talk show sunucularının kartlarıyla konuşma yapan, 15 yılda kaybettiği seçimlerin sayısı artık belli bile olmayan Kılıçdaroğlu’na, 3 günlük restin sonunda boyun eğmek zorunda kalan Akşener, “Yürü Bay Kemal yürü!” düsturuyla masanın adayını ilk açıklayan Selahattin Demirtaş ile de gizli bir ittifak yapmış oldu. Herhalde İmamoğlu’nun sırtını sıvazlayıp gayretle otobüs tepelerine çıkarken, kabus olarak görse inanmayacağı bu senaryoyu aklının ucundan bile geçirmezdi. Olan oldu, politika tarihimizin skandallarından sadece bir diğeri daha gözlerimizin önünde yaşandı ve bitti. Daha aday kararlaştırırken birbirine girip hakaretler savuran masanın akibeti ne olur bilinmez. Ancak burada Akşener’den öte bir ikilemi yaşayan yahut yaşıyor olması gereken isme dikkat çekmek lazım ki, o da Temel Karamollaoğlu’dur. Milli Selamet, Refah, Fazilet ve en sonunda Saadet Partilerinde görev almış bir adamın, bugün İzmir Marşı söyleyen kalabalık, partisinin genel merkezi önünde toplandığında aklına gelmesi beklenen şey Milli Görüş’ün kapatılan partileri ve “Madımak Katili” damgalamalarıdır. Eminim orada o marşı söyleyenlerin yüzde doksanı hala bunları destekliyordur da. Ancak Temel Bey CHP ile ittifak yaparken, partisinin bir sembol olarak ve muhafazakar kesime bir mesaj mahiyetinde kullanılacağını pek ala biliyordu. Fakat gözlerini, kulaklarını gerçeklere kapatmayı tercih etti. İşte bu yüzden onun durumu Akşener’inkinden bile hazin. Evet, İmamoğlu ve Yavaş’ı en fazla Cumhurbaşkanı yardımcısı yapmaya gücü yeten, masadan kalktığı anda “Sağcılar böyledir, babasını bile satar”naralarıyla uğurlanan Akşener’den bile beter. Çünkü kendi isteğiyle seve seve masaya oturdu, Akşener’in gösterdiği dirayetin yüzde birini bile gösteremeden oturdu. Sonuçta Madımak Katili olarak yaftalananlarla sırtını YPG’ye dayayanlar, “babasını bile satan sağcılarla” “solcular” bir masaya oturdu. Tıpkı Üstad’ın dediği gibi; “Baba katiliyle baban bir safta”
Hülasa bu gel-gitleri daha çok yaşarız. Lakin beka ve tam bağımsızlığın eşiğindeki Türkiye zorlu son geçidinde milletin feraseti galip gelecektir.
***
Ez cümle memleket için en iyisi ne ise o olsun. Allah akibetimizi hayretsin, kiminle el sıkışacağına karar vermesi aylar sürenlerin elinde vatanımızın heba olmasını düşünemiyorum. Vesselam.