Necip Fazıl Kısakürek, “Ata Senfoni” isimli kitabında bir olayı hikaye eder. Anadolu’nun ücra kasabalarından birinde bir Osmanlı zabiti (subayı) görev yapmaktadır. Zabit, kasabanın gençleriyle ve atlarla çok ilgilidir. Nihayet büyük harp patlayınca o kasabadan ayrılır ve cepheden cepheye gider… Harp sona erince, merak ve ilgiyle harpten önce görev yaptığı o kasabaya ziyaret amacıyla uğrar. Kasabanın en büyük kahvehanesinde oturur, eski dostlarıyla sohbet eder. Sık sık kasabanın delikanlılarını ve atlarını sorar.
“Falancaların bir oğlu vardı, güçlü kuvvetliydi, iyiydi, güzeldi, o nerede?”
Kasabalılar başlarını öne eğip cevap verirler:
“-Burada yok, şehit oldu…” Zabit tekrar sorar:
“-Falancaların bir oğlu vardı, taşı sıksa suyunu çıkarırdı, o nerede?” Cevap yine başlar önde verilir:
“- O da şehit oldu….” Zabit kimi sorsa başlar öne eğilir ve şehit olduğu söylenir.
Zabit bu sefer atları sormaya başlar:
“-Filancaların çok güzel bir arap atı vardı o ne oldu?” Cevap gecikmez:
“-Vuruldu, gitti…” Zabit tekrar sorar:
“-Filancaların doru bir atı vardı o ne oldu?” Cevap hüzünlüdür:
“-Vuruldu, gitti o da…”
Zabit’in soru cevap faslı böyle uzar gider. Nihayet kahvenin köşesinde oturan güngörmüş bir kasabalı ayağa kalkar ve zabite, sitemle, özlemle, hüzünle karışık şu sözü söyler:
“-Niye sorup duruyorsun beyim? Senin anlayacağın, iyi insanlar iyi atlara bindiler ve gittiler…”
Bu hikayede iyi atlara binip giden o iyi insanlar, Paşavizyon’un sayfaları arasında geziniyor ve belki de bu satırları okuyor… O insanlara veda etmek olmaz biliyorum, en fazla vefa edilir.
Çünkü bir gönlün bir gönle en asil borcudur; vefa… Vefa; sadık, samimi, içten, sağlam bir kalp bağlılığıdır, sadakattir; dostluğa, sevgiye, merhamete, kardeşliğe… Vefa; insana ait duyguların en güzeli, en eşsiz olanıdır. Ve belki de bize hüzünden sonra en çok yakışanıdır…
Bilenler bilir; “Bir şeyi yerine getirmek, sözünde durmak ve bağlılık" gibi anlamları olan vefa; aynı zamanda görülen iyilikleri unutmamak, iyilikte bulunanlara misliyle veya daha fazlasıyla karşılık vermek anlamını taşımaktadır. Vefa’nın tasavvufta; "ezelde, bezm-i elestte, Allah'a verilen söze, mîsaka bağlı kalmak" şeklinde tanımlanması elbette sebepsiz değildir.
Vefa; yapılan en küçük bir iyiliği dahi unutmamaktır. Ahiret yolculuğuna çıkarken, ardında bıraktıklarına gülümseyebilmektir vefa... Mevlana’nın dediği gibi:
"Vefa nedir, bilir misiniz? Vefa; arkanda bıraktığını, giderken yaktığını, yabana atmamaktır.
Vefa; dostluğun asaletine, bir dua sonrası verilen sözlere, hayallere ihanet katmamaktır.
Vefa; ötelerin sonsuz mükâfatı karşısında, cehennemi hafife almamak, ulvi güzellikleri dünyaya satmamaktır."
“Vefa nedir bilir misiniz?
Bir tebessüme bin gözyaşı feda etmektir vefa.
Dostu posta değişmemek,
Dostun hakkına ilişmemektir vefa.
Sevgidir,
Şartsız, hesapsız sonu olmayan bir sevgidir vefa.
Sevdiğinin hatasına dahi sahip çıkmaktır….”
“Vefa” nedir bilir misiniz?
“Vefa”; derin bir haykırış, yaralı bir çığlıktır.
“Vefa” konuşurken dil ile susup sadece kalple, kalbin suadıyla konuşmaktır.
“Vefa” nedir bilir misiniz?
Bir dostun gönlüne girip orada son nefese kadar kalmaktır.
Paşavizyon’un çok değerli okuyucuları, kıymetli dostlarım bu yazım veda yerine vefa yazısı olsun. Allaha emanet…